SEYİRCİDEN TARAFTARA 10 Haziran 2010 17:17:26
Salon sporlarında izleyicilerin sahaya etkisi, fiziksel koşullardan dolayı futbola göre daha fazladır. Oyunculara ve hakemlere bazen oturduğunuz yerden elinizi uzatsanız dokunabilirsiniz.
Bu sıcak etkileşim doğru yönetilirse, seyirciden taraftara dönüşüp sahada “6. Adam” oluverirsiniz. Savunmada pota altı canavarına ve hücumda ise keskin bir şutöre dönüşürsünüz.
Mesela rakibin hücum ettiği pota arkasındaki kitle, "takımım geçilse dahi ben buradayım" mesajı vermelidir rakibe.
Açık söylemek gerekirse “sahadaki oyuncunun maç başladıktan sonra gözü seni beni görmez" savına inanmayanlardanım. En üst düzey liglerde bile nice tecrübenin dizlerini titreten taraftar toplulukları vardır.
Mesela Panathinaikos, Partizan ve Maccabi… Sadece üç örnek. Peki, ne yapıyor bu adamlar?
Öncelikle salonlar, Panathinaikos için yemyeşil, Partizan için bembeyaz, Maccabi içinse sapsarı oluyor. İnsanlar maçlara takımlarının renklerini taşıyan forma veya giysilerle geliyorlar. Bizler de maçlarımıza mümkün olduğunca formalarımızla veya takımımızın renklerinde giysilerle gitmeye özen göstermeliyiz.
Sonrasında “HÜCUMDA ALKIŞ-SAVUNMADA ISLIK VE UĞULTU” bu işin püf noktası.
İnanın başka bir şeye gerek yok. Koltukların üzerinde zıplayıp başka marşların, şarkıların veya rakibe sataşmanın pek getirisi olmaz. Parkeye atılacak en ufak bir cismin aleyhimize gelişeceğini de unutmamak gerekir (Örneğin bu sezon Yeşilyurt’ta oynadığımız play-off maçında, çok rahat öndeyken, turu garantilemişken, son periyotta rakip yedek sandalyelerine laf yetiştirmek ve ne yazık ki su şişesi atmak bize yakışmamıştır. Bu olaydan dolayı kulübümüze ceza verilmiştir ).
Atılan her basket sonrası çok basit bir "oley" nidası ile ayaklanmak ve alkışlarla desteklemek kendi oyuncumuza inanılmaz güven aşılar.
Kaçan şutu bile alkışlamaktan çekinmemeliyiz, oyuncularımızın her koşulda arkalarında olduğumuzu hissettirmeliyiz.
Top rakibe geçtiği anda, "Bordo Mavi" diye tezahüratta bulunmak, yurt dışında Türkçe bilmeyen bir yabancıyla bağıra bağıra Türkçe konuşmak kadar anlamsızdır.
Onlar, “ıslıklar ve uğultularla” karşılandığında şaşıracaklar, setlerini oynarken zorlanacaklardır.
Şimdi "Bordo Mavi’ye karşı mısın” gibi soruları belirebilir zihinlerinizde, hemen açıklayayım.
Dostlar,
Molalar, devre arası ve maç sonu var. 1 dakikalık mola boyunca salon hoparlörlerinden yapılacak müzik yayınını bastıracak kadar kuvvetli "Bordo Mavi" diye de bağırılır başka şeyler de... Hele maç kazanıldıktan sonra salon, festival alanına çevrilebilir. Elde edilen başarıyı doyasıya kutlarken marşlarımızın-tezahüratlarımızın söylenmesine tabii ki karşı değilim.
Ve bir de kronik sorunumuz… Aslında bizimle birlikte ülkemizdeki birçok salonda gözlemlediğim, enteresan bir nokta. Futbolda penaltı öncesi "ooo…" diye bağırıp golü beklemek vardır ya… Basketbolda, serbest atış atan oyuncumuza, bu sesler eziyet gibi gelir.
Evet, eziyet!
Çünkü serbest atış konsantrasyon işi. O esnada sessiz kalmak oyuncumuza yapılacak en büyük yardımdır. Sayıya çevrildiğinde oturduğumuz koltuklardan zıplayıp ve alkışlarla tebrik etmeliyiz. Atış kaçsa da alkışla moral vermeliyiz.